bu hafta sonu havanın muhteşem(!) olmasından ve yaşadığım mükemmel(!) yerden dolayı kendimi pijamalarıma hapsettim. kendime tatil verip hiiiiç ders çalışmadım ve bunun için de vicdan azabı duymadım. izlemek istediğim ama hafta içinde ıvır zıvır işlerden kafamı toplayamadığım için daha sakin zamanlara bıraktığım filmlerle buluşmayı da başardım üstelik!!!
oscar ödüllerine aday olmuş filmlerden 2 tanesini izledim. ilk olarak george clooney farkı dolayısıyla "up in the air" la başladım. daha önce filmle ilgili bir çok şey okuduğumdan çok ön yargılı başladım aslında. gerçekten de oscarlık bi oyunculuk değilmiş, o yüzden ödülü alamaması doğru olmuş. konu çok ilgi çekici değil ama yine de başarılı bir filmdi. güzel kadın, ölüsü bile yakışıklı olacak bir erkek! arasındaki bir hikaye işte... sonundaki bir olay insana vurup kaçsa da çok şaşırtmıyor... ya da ben artık hiç bir şeye şaşırmıyorum yaşadıklarımdan sonra... ama yine de george clooney için üzülmeden edemedim itiraf edeyim :)
ikinci filmse en iyi kadın oyuncu oscarını almayı başaran sandra bullock'un "the blind side" filmi. gerçek bir hayat hikayesi. unuttuğumuz bir çok şeyi anımsatıyor, yer yer iç burkuyor... çok çok haklı bir karar olmuş ödülü alması, sondaki fotoğraflara bakınca sandra bullock gerçek leigh anne'den daha çok leigh anne'dir benim gözümde...
şimdi 6 dalda oscar almayı başaran "the hurt locker" ve en iyi erkek oyuncu oscarını alan jeff bridges ın "crazy heart" filmlerini izleyebileceğim diğer hafta sonunu bekliyorum heyecanla :)))